KAÇEP Nedir ?

KAÇEP, Kadın "Aile Çocuk Engelli Politikaları" nın kısaltmasıdır.

KAÇEP olarak amacımız dayanışmayı, paylaşmayı ve kardeşliği esas alan ahenk içinde huzurlu bir toplumsal düzenin tesis edilmesidir.

İLETİŞİM
  • Adres: Ceyhun Atuf Kansu Caddesi
    No:128
    Balgat/ANKARA
  • Telefon: +90-312-472 55 55
  • Faks: +90-312-473 15 44

ATATÜRK ÇOCUKLARI ÇOK SEVDİ VE ONLAR İÇİN ÇOK ŞEY YAPTI

 

Dr. Ali GÜLER

  

Çocuk Esirgeme Kurumu (Himâye-i Etfâl Cemiyeti) Kuruluyor

Himâye-i Etfâl Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu), ilk olarak genel merkezi İstanbul’da olmak üzere, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 10 Mart 1917 tarihinde kurulmuş idi. Kısa zamanda il ve ilçelerde şubeler açarak ülke sathında hizmet vermeye başlamış ise de Mütareke sonrasında memleketin içinde bulunduğu durum dolayısıyla başarılarını devam ettirememiş ve çalışmalarını durdurmak zorunda kalmıştı.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Batı Cephesi’nde Yunanlılar ve Doğu Cephesi’nde Ermeniler ile devam eden savaş her gün çok sayıda çocuğun yetim kalmasına neden oluyordu. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay), ancak cephede savaşanlar ile ilgileniyor; yardımlarını sadece askerler ulaştırabiliyordu. Cephe gerisindeki yetim çocuklara bakılamıyordu. Bu çocukların barınma ve beslenme ihtiyaçları vardı. Bu işi ancak geçmişte olduğu gibi Çocuk Esirgeme Kurumu yapabilirdi.

Birinci Dönem Bolu Milletvekili olarak Ankara’da bulunan Dr. Fuat (Umay) Bey, daha önce Kırklareli’nde görev yaptığı sırada Himâye-i Etfâl Cemiyeti Kırklareli Şubesi’ni kurmuş ve bölgedeki yetim çocuklara çeşitli hizmetler vermişti. Bu tecrübeleri de dikkate alarak, şehit yetimlerine hizmet vermek amacıyla Himâye-i Etfâl Cemiyeti’ni yeniden kurmaya talip oldu. İlk girişimi 1920’de yaparak, düşüncelerini Hocası Dr. Adnan (Adıvar) Bey’e açtı. Bu dönemde yoğun şekilde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin (Kızılay) çalışmaları ile ilgilenen Dr. Adnan Bey, bu kuruma yapılan ve yapılacak olan yardımların azalabileceği endişesi ile, “Hilâl-i Ahmer’in çalışmalarına ihtiyacımız var” diyerek bu konuda acele etmemesini söyledi. Dr. Fuat Bey de hocasının tavsiyesine uyarak Cemiyetin kuruluşunu bir yıl geciktirdi.

Bir yıl sonra, hazırlıklarını tamamlayarak 30 Haziran 1921’de Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Matbaası’nın küçük bir odasında Himâye-i Etfâl Cemiyeti’ni kurdu. Cemiyetin adı daha sonra Atatürk tarafından “Çocuk Esirgeme Kurumu” olarak değiştirildi.

 

Bir Masa Birkaç Sandalye İle Çalışmalar Başlıyor

Çocuk Esirgeme Kurumu, yokluklar içindeki 1921 yılı Ankara’sında bir masa, birkaç sandalye ve kurucularının aralarında topladıkları ikişer liralık yardımlarla ilk faaliyetlerine başladı.

Zamanla yapılan bağışlarla çalışmalar genişledi. Akçaşehirli Arif Bey’in hediye ettiği kumaşlar ile şehit yavruları giydirildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, cepheden gönderdiği bir telgrafla, “savaş meydanlarında yanmış, yakılmış köylerin evlerinin duvar diplerinde binlerce çocuğun beklediğini” bildirmiş ve bunların korunmaya alınmalarını istemişti. Cemiyet bu çocukları Ankara’ya getirtti. Muhtarlar ile işbirliği yapıldı. Bu yetim çocukların büyük bir kısmı Ankaralı yardımseverlerin evlerine yerleştirildi. Bir kısmı da yatılı okullarda barındırıldı.

Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bu çalışmaları cephede savaşan askerlerimize büyük moral veriyordu. Subaylar, cepheden gönderdikleri mektuplarda, “yavrularımızı düşünen bir cemiyet vardır, ölsek de çocuklarımıza bakılacaktır” diyerek, kurumun verdiği hizmetlerden memnuniyetlerini takdirle dile getiriyorlardı.

Himâye-i Etfal Cemiyeti’ni kendi koruması altına alan Atatürk her türlü desteği veriyordu. Çocuk meselesinin önemini iyi bilen Atatürk halkın Cemiyet’e yardım yapması gerektiğini bir konuşmasında şu şekilde dile getirmiştir:

Memleket çocuklarını korumayı üzerine alan Himâye-i Etfâl’e vatandaş yardım etmelidir.

 

Yurtdışında Yaşayan Türkler Yetimlerin İmdadına Koşuyor

1922 yılı sonlarına doğru Kurtuluş Savaşı başarıyla sona erdirilmiş, Yunan ordusu büyük bir yenilgiye uğratılmış, düşman yurttan atılmıştı. Bundan sonraki süreçte sadece Türkiye’den yapılan yardımlarla, Kurumun hizmetlerini yürütmek mümkün değildi. “Çocuk Davası” gibi büyük bir davanın başarılabilmesi için büyük miktarda paraya, kaynağa ihtiyaç vardı. Çünkü Kurtuluş Savaşı, ardında sayıları yüz binleri bulan yetim çocuk bırakarak bitmişti. Bu nedenle yurt dışındaki Türk ve diğer Müslümanların da yardımlarına ihtiyaç vardı.

Yapılan yazışmalar sonucunda özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Türklerden büyük miktarda yardımlar yapılmıştır. Yapılan bu yardımların sürekli olması büyük önem arzediyordu. Bunun için Amerika’daki Türklerin kurduğu “Türk Teavün (Yardımlaşma/Dayanışma) Derneği” ile kurulan düzenli ilişkiler sonucunda Dr. Fuat Bey’in Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmesi kararlaştırıldı. Bunun üzerine Dr. Fuat Bey, 1923 yılı Baharında bu ülkeye gitti.

Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli şehirlerinde yapılan toplantılar ve açılan bağış kampanyaları sayesinde Çocuk Esirgeme Kurumu yararına 100.000 Dolar yardım toplandı. Ayrıca bu ülkede kurulan Çocuk Esirgeme Kurumu Şubeleri vasıtasıyla yardımların devamlılığı sağlandı. Bu yardımlar Dr. Fuat Bey’in Kurum Başkanlığı’nı devam ettirdiği 1950 yılına kadar sürekli olarak gönderilmiştir.

 

Ankara Keçiören’de Çocuk Yuvası Kuruluyor

Dr. Fuat Bey’in insanüstü gayretlerle Kurum yararına elde ettiği bütün bu gelirler, yetim çocuklar için Ankara’nın Keçiören İlçesinde büyük bir sitenin doğmasını sağlamıştır. Şehir içindeki küçük bir binada hizmet yürüten Çocuk Yuvası, 1925’te Keçiören’e nakledildi. Burada 39.000 metre karelik bir sahadaki eski bir binada işe başlanmış, o günden beri birçok ilavelerle bugünkü şeklini almıştır. “Atatürk Çocuk Yuvası” adı verilen bu site içinde; 350 çocuğu barındıran dört bina, şehir içinde işe giden kadınların çocuklarını barındırmak için bir bakım evi, altı büyük apartman, anne sağlığı ve çocuk poliklinikleri ve diş sağlığı merkezi yaptırılmıştır.

 

Kurum Büyümeye Devam Ediyor

Dr. Fuat Bey’in çalışmalarıyla TBMM’nden çıkarılan kanunlara dayalı olarak elde edilen gelirlerle ülke genelindeki yetim çocuklara çeşitli hizmetler götürülmeye başlanmıştır. Dr. Fuat Umay’ın başkanlığı döneminde sayıları 750’ye ulaşan şubenin kuruluşu tamamlanmış, bu şubelere dispanser, doğumevi ve çocuk yuvası gibi 337 kurum/kuruluş açılmıştır. Ayrıca bu süre içinde yaklaşık on üç milyon (12.758.640) çocuğa ve çocuklu anneye çeşitli yardımlar yapılmıştır.

Dr. Fuat (Umay) Bey, Kurum yararına yaptığı bu hizmetler karşılığında hiçbir şekilde maddi bir ödül beklememiş; O yalnızca Çocuk Davası’na hizmet edebilmek için çalışmıştır. Bu hizmet yarışında kendisine verilen bütün maddi ödülleri Kuruma bağışlamıştır. Yalnızca manevi hatıra olarak devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün teklifiyle Ankara Keçiören’de 1940 yılında yeni yaptırılan iki yüz yataklı Çocuk Pavyonu’na adının verilmesini, “Umay Pavyonu” adının verilmesini kabul etmiştir.

Çocuk Davası’na adeta hayatını adamış bulunan Dr. Fuat Umay, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Başkanlığı’nı 1950 yılına kadar yürüttü ve o yıl başkanlıktan ayrıldı.

Keçiören’deki Atatürk Çocuk Yuvası, bugün 500 çocuğu barındıracak kapasitede olup (0-4) yaşına kadar çocukları barındıran Umay Pavyonu, daha yukarı yaşlardaki çocuklar için Yeni bina, Karantina ve Hastaneyi içerisine alan bir bina ile Özel Hemşire Koleji, Göker Salonu, Ambar, Mutfak, Depo, İş Atölyeleri ve fırını ihtiva etmektedir. Bundan başka voleybol, basketbol alanları ile çeşitli oyun araçları, yüzme havuzu ile oyun ve eğlence işleri ile takviye edilmiştir. Sebze bahçesi, kümes hayvanlarından büyük mikyasta istifade edilmektedir.

Yöneticisi doktor, yardımcısı psikolog olan Kurumda iki ayrı bölümden oluşan havuz bulunmakta, sıcak günlerde çocuklar doktor ve hemşire kontrolünde bu havuzdan faydalanmaktadır. Yuvanın 3,5 dönümlük sebze ve meyve bahçesinin bulunduğu ve 1967 yılı içerisinde 14 ton meyve ve sebzenin üretildiği, 120 kapasiteli modern tavuk kümesinden son 22 aylık süre içerisinde 526.167 adet yumurtanın alındığı, yuvanın ihtiyacı olan 450-500 ekmeğin ise yuva bünyesinde bulunan fırından sağlandığı kaynaklarda belirtilmektedir.

Atatürk Çocuk Yuvası tarihi boyunca gerek devlet büyüklerinin gerekse gelen yabancı konukların ziyaret ettiği bir yuva olmuştur. Zaman zaman yapılan değişikliklerle binalara eklemeler yaparak yuva büyütülmüş, kendi kendine yeterli bir hale gelmesi amacıyla, sebzecilik, tavukçuluk, süt inekçiliği, ekmek üretimi gibi faaliyetleri başlatmıştır. Yuvanın bulunduğu site içerisinde hemşire kolejinin olması çocuklara yönelik çalışmalarda kolaylık sağlamıştır.

Atatürk Çocuk Yuvası sel, deprem ve benzeri afetler sırasında sürekli merkez görevini üstlenerek korunmaya muhtaç çocukları barındırmıştır.

Çocuk Esirgeme Kurumu çalışmaları, günümüzde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde yürütülmektedir.

 

ATATÜRK VE DÜNYA ÇOCUK HAKLARI BİLDİRGESİ

İnsan Hakları ve Çocuk Hakları Kavramı

İnsan hakları, kişinin doğuşundan itibaren sahip olduğu ve  birey olarak hakettiği,  kimsenin ondan alıp veremeyeceği, yaşaması için gerekli, toplumsal açıdan kabul görmüş olan yasal haklardır. Bu haklar,  ırk, dil, din, etnik köken, sınıf,  yaş ve din gibi farklılıklar gözetilmeksizin bütün insanlar için geçerlidir.

Hakların korunması ve uygulanması devletin sorumluluğundadır. Devletler bunu “saygı”, “koruma” ve “uygulama” ile gerçekleştirirler. Devletlerin görevi hakların uygulanmasını gerektiren ulusal ve uluslararası yasaları uygulamak ve hangi haklara sahip oldukları konusunda vatandaşları bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir.

Toplumsal yaşamda bazı gelişmeler öylesine tam olur, bazı haklar öylesine işlerlik kazanırlar ki geçen zaman içinde bu hakları kazanmış olanlar  sanki her şey oldum olası böyle kendiliğinden gelişmiş, oluvermiş gibi bir rahatlık içinde sahip oldukları hakların ne denli zorluklarla geliştirilip, sağlanmış olduğunun ayrımına dahi varamazlar.

Bundan yüzyılı aşkın bir süre  önce, toplumlarda küçücük çocukların yalnızca karın tokluğuna  saatlerce ağır işlerde çalışmak zorunda olmalarına pek aldırılmıyor, bunda  dikkati çeken bir gariplik de görülmüyordu. Gene o tarihlerde dünyaya gelen bebeklerin, çocukların yarısından fazlasının  biraz dikkat, biraz özen ve  yeterli beslenme gibi yöntemlerle önüne geçilebilecek önlenebilir hastalıklardan yaşamlarını kaybediyor olmaları dahi olağan karşılanıyordu. Gerçekte o yıllarda çocukların büyük çoğunluğu her zaman kısa ve acılı ömür sürmüş, cehalete ve ürkütücü bir yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm olmuşlardı.

Sosyal yaşamda yüzyıllar boyunca çok sayıda kadın ve çocuğun kıyımına neden olan başka etkenler de vardır; bunlar açlık, kıtlık, yoksulluk ve silahlı çatışma ortamlarıdır.

 

Çocukların Haklarının Uluslararası Ortamda Önem Kazanması

Günümüzden birkaç yüzyıl geriye gidildiğinde çocuğun korunması dahil tüm sorumluluğunun ailesine ait olduğu düşüncesi yaygındı. Çocukların haklarının uluslararası hukukta korunması düşüncesi ilk kez 20. yüzyılda ortaya atıldı. Çocukların haklarının uluslararası ortamda korunması amacıyla bir örgütün gerekli olduğu düşüncesi ilk defa 1894 yılında Jules de Jeune tarafından ileri sürülmüştür. Bu doğrultuda çocukların, gençlerin ve annelerin korunması amacıyla gerçekleşen ilk resmi girişim 1912 yılında İsviçre’de yapılmış, buna benzer bir başka çalışma aynı sıralarda Belçika’da yer almıştır. Burada amaç, ülkelerin çocuklara dair ellerinde bulunan yasa ve önemli yayınları toplayarak genel bir başlık altında yayınlamak ve ileride buna dayanılarak uluslararası bir anlaşma yapılmasını sağlamaktı. Birinci Dünya Savaşı’nın 1914’de patlak vermesiyle bu girişimler askıda kalmıştır.

 

 

 

Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi (26 Eylül 1924)

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra en çok acı çeken kesim Avrupa ve Uzak Doğu ülkelerindeki çocuklar ve kadınlar oldu. Bu konu ile ilgili olarak yapılması gerenlerin belirlenmesi ve uygulanması için 1920 yılında Cenevre’de “Uluslararası Çocuklara Yardım Birliği” adında özel bir örgüt kuruldu.

Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nın ardından evrensel barışın sağlanmasına katkıda bulunmak amacıyla ülkeler bir araya gelip bugünkü Birleşmiş Milletler’in temeli olan “Cemiyet-i Akvam”ı (Milletler Cemiyeti) oluşturarak öncelikle barışçı ve mutlu bir toplumun inşası gereğine dikkat çekerek,  milletlerin uymalarını  istedikleri yaşam standardını tespit etmeye çalıştılar. Bu arada toplumun temel taşı olan çocukların her türlü ihmal ve istismardan öncelikle korunma haklarını vurgulamak amacıyla ve onların her hal ve koşulda yetişkinlerden daha özel olarak ele alınmaları gerekliliğinden hareketle ilk “Uluslararası Çocuk Hakları Bildirgesi”ni hazırladılar. Bu bildirge 26 Eylül 1924’de, Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda kabul edildi.

Çocukların yaşatılmalarının, gelişmelerinin ve korunmalarının uluslararası bağlamda ilk kez temel ilke olarak ele alındığı bu 5 maddelik bildirgeyi imzalayan devlet başkanları arasında genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal de yer alıyordu.

“Cenevre Çocuk Hakları Beyannamesi” şu şekildedir:

Umum Milletlerin erkek ve kadınları insanlığın haiz olduğu en mutena şeyi Çocuğa vermeye mecbur bulunduğunu, ırki, milli ve dini her türlü telkinler haricinde bir vazife olmak üzere kabul ettikleri Cenevre Beyannamesi ismi verilen bu Çocuk Hakları Beyannamesi ile tasdik ederler;

  1.     Çocuk, bedenen ve ruhen doğal bir surette gelişmeye müsait şartlar içinde bulundurulmalıdır.
  2.     Acıkan çocuk beslenmelidir, hasta çocuk tedavi edilmelidir, fikren geri kalan çocuk yüreklendirilmelidir, yoldan çıkmış çocuk doğru yola getirilmelidir, terk edilmiş çocuk himaye altına alınmalı ve yardım görmelidir.
  3.     Çocuk hayatını kazanabilecek bir hale getirilmelidir ve her türlü istismara karşı korunmalıdır.
  4.     Çocuk felaket zamanında en evvel yardım görmelidir.
  5.     Çocuk en mutena meziyetlerin kardeşlerinin hizmetine vakfedilmesi lazım geleceği hisleri ile büyütülmelidir.

Uluslararası iyi niyetin göstergesi olan bu çalışmalar ne yazık ki 1939’da patlak veren  İkinci Dünya Savaşı,  önce Milletler Cemiyeti’nin geçerliliğini yitirmesine ve buna bağlı olarak da Çocuk Hakları Bildirgesi’nin yalnızca bir kâğıt parçasından öteye gidememesine neden oldu.

 

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi (20 Kasım 1959)

1939 da başlayıp 1945’de sona eren İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler  Teşkilatı, 1946 yılında BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi’ne “dünya halklarını 1924’lerdeki gibi birbirlerine bağlamak” amacıyla 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’nin canlandırılmasını önerdi. Bundan iki yıl sonra 1948’de BM Genel Kurulu’nda “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” (Bildirgesi)  kabul edildi. Bu Bildirge’de temel insan haklarının neler olduğu belirlenmekte ve bu hakları ihlal edenler sorumlu tutulmaktadır. İnsan Hakları Bildirgesi doğal olarak çocukların hak ve özgürlüklerini de içermektedir. Ancak çocukların yaratılışları icabı korunmaya ve gözetilmeye ihtiyaçları olduğundan hareketle, 1924 Cenevre Bildirgesi’nin üzerinde yapılan ayrıntılı çalışmalarla  yeniden bir 10 maddelik Çocuk Hakları Bildirgesi hazırlandı ve 20 Kasım 1959’da BM Genel Kurulu’nda oy birliği ile  kabul edildi.

İkinci Dünya Savaşı birincisine oranla çocukları daha fazla şiddet ve felakete maruz bırakmıştı; işte bunun önlenebilmesi amacı ile 1959 Çocuk Hakları Bildirgesi’nde çocuğun fiziksel ve ruhsal olarak olgunlaşmamış olduğu göz önünde tutularak, doğum öncesi ve sonrasında özel bakıma ve korunmaya muhtaç olduğu vurgulanarak, artık çocuklar arasında ayırım yapılmaması, çocukların gelişmelerini sağlayacak  tüm imkanlardan yararlanmaları  gerçeği vurgulanıyordu. Ayrıca fiziksel, zihinsel veya ruhsal  engelli çocukların eğitim ve bakım görmeleri öngörülüyor, bu tür çocukların sevgi ve anlayışa ihtiyaç duydukları ve eğitim hakları olduğu fikri savunuluyordu. Uluslararası topluluk çocuk refahı ile ilgili konularda yol gösterici olarak bu bildirgeyi yıllarca göz önünde tutmuştur.

 

Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Doğru İlk Adımlar

Ancak zaman içinde süratle gelişen ve kalkınan dünyamızda çocukların haklarının korunması, onların ihmal ve istismardan uzak tutulmalarının sağlanması, birer birey olarak düşüncelerine saygı gösterilmesi için yalnızca bir iyi niyet ifadesinden öteye gidemeyen bu bildirgelerden daha bağlayıcı olan uluslararası belgelere ihtiyaç olduğu gerçeğini ortaya çıkarttı.

1979 yılı tüm  dünya ülkelerinde Birleşmiş Milletler Çocuk Yılı olarak kutlanıldığında bu gereklilik bir  öncelik olarak ele alındı ve Polonya’nın o zamanki Yargıtay Başkanı, Prof. Adam Lopatka’nın çağrısı ve önderliğinde, Birleşmiş Milletler Sekreteryası’nın değişik birimlerinin ve belli başlı uluslararası  sivil toplum kuruluşlarının da katılımıyla 1978’de hazırlanmaya başlanan taslak Sözleşme metni BM Sekreteryası’nın değişik bölümlerinden, özellikle Cenevre’de bulunan İnsan Hakları Merkezi, Viyana’daki Merkez, UNICEF. ILO. WHO ve UNESCO, Kızılhaç ve Sivil Toplum Kuruluşları’ndan büyük destek ve yardım gördü.

 

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Onaylanıyor

“Çocuk kimdir, çocuk nedir?” sorularının yanıtını içinde taşıyan, çocuğun doğumundan itibaren birey olma hakkını tanımlayan, ancak bu hakkın uluslararası ortamda uygulanmasının sağlanması için yalnızca Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nin yeterli olmayacağı düşüncesinden yola çıkılarak, çocuğun özel hak ve gereksinimlerini koruyup kollamak, çocuğun kendisi ile ilgili kararlarda görüşünü almak  amacıyla 10 yıl süren çalışmalar sonucunda hazırlanan ve “Çocukların Magna Carta’sı” olarak da betimlenen “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”, Birleşmiş Milletlerin 44. Genel Kurulu’nda 20 Kasım 1989 tarihinde oy birliği ile kabul edilen, çocuklara ilişkin ilk  uluslararası sözleşmedir.

Bu nedenle, 20 Kasım günü, her yıl dünyanın tüm ülkelerinde Dünya Çocuk Günü olarak kutlanmaktadır.

Sözleşme onaydan sonra 26 Ocak 1990 tarihinde  Birleşmiş Milletlere üye  devletlerin imzalarına açıldı. Belgeyi aynı gün 61 ülke imzaladı. Bir ilk gün duyarlılığı olarak bu sayı rekor düzeyi temsil eder. Çünkü bir sözleşmenin imzalanması, genel olarak, imzacı ülkenin söz konusu belgeyi kendi yasama düzeyinde onaylamayı düşündüğünün göstergesi sayılmaktadır. Bir ülke sözleşmeyi onayladığında ise artık sözleşme, o ülkenin iç hukuk bünyesine girdiği için, kendi ulusal yasalarını gözden geçirerek bunların sözleşme hükümleriyle uyumlu olmasını sağlamaya mecbur olmaktadır.  Böylelikle de söz konusu ülke bu hükümlere uymakla yükümlü olduğunu açıklamakta, bunu yerine getirmemesi halinde ise uluslararası topluluğa hesap vermeyi kabul etmektedir.

Sözleşme, uluslararası yasa olması için gerekli olan en az  20 ülkenin onayından sonra 20 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme’nin BM’de oylanması ile yürürlüğe girmesi arasındaki zaman on aydan biraz fazla bir süredir ve rekor düzeydedir. Genelde bu tür uluslararası anlaşmaların yürürlüğe girmesi çok daha fazla zamanda gerçekleşmektedir. İşte yalnızca bu olgu bile uluslararası topluluğun çocuklara ilişkin değer yargılarını, ilgilerini ve kararlılıklarını simgelemeye yeter.

 

Sözleşme Türkiye’de Onaylanıyor

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme bugün Amerika Birleşik Devletleri, Somali ve Güney Sudan dışında 193 ülke tarafından onaylanmış durumdadır. Türkiye Sözleşmeyi 14 Eylül 1990’da imzalamıştır. Bunun ardından o zamanki Cumhurbaşkanı Turgut Özal 30 Eylül 1990’da New York’ta toplanan Çocuk Zirvesi’ne katılmıştır.

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme 10 Aralık 1994’de TBMM tarafından kabul edilmiş ve Bakanlar Kurulu bu kararı 23. 12. 1994’te, 17, 29 ve 30. Maddelerine çekince koyarak (T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan anlaşması hükümlerini göz önünde tutarak) 4058 sayılı yasa ile onaylamış, Yasa 27 Ocak 1995 gün ve 22184 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye böylelikle Sözleşme’ye ‘Taraf Devlet’ konumuna gelmiştir.

 

Birleşmiş Milletler Çocuk Zirvesi (Newyork/30 Eylül 1990)

Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin yalnızca ses getirmesi değil ama imza ve onaylayan ülkelerin uygulamaya yönelik eylemlerini saptamak ve yönlendirmek amacıyla Birleşmiş Milletler Teşkilatı 29-30 Eylül 1990 tarihinde New York’ta gündem maddesi yalnızca  “Çocuk” olan bir zirve düzenlemiştir. 71 devlet ya da hükümet başkanının katılımıyla gerçekleşen Çocuk Zirvesi’nde ülkelerin “2000 yılına kadar çocukların yaşatılması, geliştirilmesi ve korunmasına” dair gerçekleştirmeleri beklenen hedefler belirlenmiş, ayrıca bu hedeflere erişebilmeleri için öngördükleri programları belirleyen çalışma planları da ülkelerden talep edilmiştir. O yıllarda ülkemiz de böyle bir ‘Eylem Planı’ oluşturmuştu. O sıralarda,  bugün sözleşmenin en belli başlı ilkelerinden biri olarak uygulanmaya çalışılan   “çocuğun kendini ifade etme ve katılım hakkı” olarak üzerinde özenle durduğumuz hususların henüz o zamanki  hedeflerde  pek de görünür olmayışı  dikkatimizi çekiyor.

 

Sözleşme’nin İçeriği

“Çocukların Magna Carta’sı” olarak da nitelendirilen Sözleşme dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar bütün halklar için aynı anlamı taşımaktadır ve ırk, dil, din, cinsiyet, etnik ya da toplumsal farklılık, mülkiyet, engellilik, doğum ya da başka farklılık gözetilmeksizin bütün çocuklar için eşit ölçüde geçerlidir. Böyle bir sonuç uzun görüş alışverişleri sonucunda elde edilmiştir. Bu görüşmeler sırasında, farklı toplumsal ve ekonomik sistemlere sahip, yaşam konusunda değişik kültürel ve dinsel yaklaşımlar taşıyan ülkelerin temsilcileri, her yer için geçerli olacak bir dizi ortak değer ve amaç ortaya çıkartabilmek için sivil toplum kuruluşları ve Birleşmiş Milletler örgütleriyle birlikte çalışmışlardır.

Sözleşme ortak standartları ortaya koyarken, devletlerin farklı kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasal gerçeklerini de göz önüne almıştır. Bu sayede, tek tek devletler, herkes için geçerli olan haklar çerçevesinde, bunların hayata geçirilmesine yönelik kendi ulusal yollarını kullanabileceklerdir.

Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin  temel ilkeleri, “Ayrım Gözetmeme, Yaşama ve Gelişme ve Çocuğun Yüksek Yararı”dır. Sözleşme her konuda çocuğun yüksek yararını öngörür. Bu Sözleşme, çocukların haklarının gözetilmesinde asgari standardı tespit eder, çocuğun öncelikle aile içinde ve aile çevresinde bakılıp korunmasını öngörür. Çocuğun “kendisi ile ilgili kararlarda görüş bildirmesi ve bu görüşün dikkate alınmasını” emreder.

Çocuk Haklarına dair Sözleşme öncelikle ana babaya olmak üzere ailelere, topluluklara, gençlere, öğretmenlere, sağlık çalışanlarına, güvenlik görevlilerine ve devlete çocuklarla ilgili asgari sorumluluklar veren, davranış biçimleri öngörür. Sözleşme, devletlere, çocukların ülkelerinin toplumsal ve siyasal yaşamında etkin ve yaratıcı bir yer alabilmelerine elverişli koşulları hazırlamaları çağrısında bulunmaktadır.

Çocukların haklarını bütün yönleriyle medeni, siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak birlikte kapsayan Sözleşme, bir haktan yararlanmanın, diğer haklardan soyutlanamayacağını kabul etmektedir. Gene Sözleşme sergilemektedir ki çocuğun kendi düşünsel, ahlaki ve manevi niteliklerini geliştirmek için gereksinim duyduğu özgürlük, başka şeylerin yanı sıra sağlıklı ve güvenli bir çevreyi, tıbbi bakım olanaklarını ve yiyecek, giyecek ve barınak anlamında asgari standartları öngörür. Eğitim, ayrım görmeme, ihmal ve istismardan korunma, sağlıklı bilgiye ulaşım, kimliğine ve özel hayatına saygı, boş zaman ve oyun oynama hakları da hiç şüphesiz ki bu standartların içinde mevcuttur.

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların haklarına dair bugüne dek hazırlanmış olan en kapsamlı belge ve bu haklara uluslararası yasa gücünü kazandıran ilk metindir. Sözleşme geleceğe sahip çıkan bir belgedir. İnsan haklarına saygı, bir toplumun çocuklarına nasıl davrandığı ile başlar. Bu konulara duyarlı olan bir toplum, genç insanlara özgürlük ve saygınlık tanır. Onların geleceğe donanımlı olarak hazırlanmaları için gerekli koşulları sağlar, gençlere özgürlük ve saygınlık tanır. Çocukların kendilerini ifade etmelerini ve kendileriyle ilgili kararlarda ifade ettikleri düşüncelerinin dikkate alınmasını öngörür.

 

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin Taraf Devletler tarafından uygulanmasının izlenmesi ve ülkelerin adeta konu ile ilgili “karneleri”nin oluşturulması için Sözleşme’nin 43. Maddesi uyarınca Cenevre’de bir “Çocuk Hakları Komitesi” kurulmuştur.

 

ATATÜRK VE ÇOCUK BALOLARI (MÜSAMERELERİ)

Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak yurdun her yanında okul çocuklarına hem yurtseverlik duygularını, hem de ülkenin kurtuluşu bilincini aşılamak için zaman zaman gece eğlenceleri (müsamere), şiirli, tiyatrolu temsiller düzenleniyordu. Bu eğlencelerin bir diğer amacı da fakir, öksüz ve yetim çocuklarımıza yardım toplanması, Çocuk Esirgeme Kurumu’na destek olmak düşüncesi idi. Tabii ki bu toplantılar 23 Nisan başta olmak üzere bütün bayram günlerinde de yapılıyordu.

Atatürk çoğu zaman çocukların bu tür etkinliklerine katılıyor, onlarla sohbetler ediyor, küçük hediyelerle onları ödüllendiriyordu. Atatürk, yurt gezilerinde de bu tür pek çok eğlence ve toplantıya bizzat katılmıştır.

Elbette “kurtuluş” duygusu bir uçtan bir uca ülkenin okullarını da sarmıştı. Okullarda egemen olan yegâne duygu milliyetçilik, vatanseverlik ve ülkenin işgalden kurtulması duygusu idi.

Özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında şiir ve müzik halkın mücadelen azmini diri tutmak amacıyla başarıyla kullanılıyordu. Önemli zaferler üzerine yazılan şiirleri müzik öğretmenleri besteliyor, yine öğretmenler tarafından kahramanlıkla ilgili temsiller yazılıp sergileniyordu. Bunlar okullardan başlayarak dalga dalga halka yayılıyordu.

 

Ankara’da “İzmir Gecesi” ve Gültekin’le (16 Mayıs 1922)

Zaferden yaklaşık dört ay önce 16 Mayıs 1922 günü Ankara’da İzmir’in 15 Mayıs 1919’daki işgalini kınamak için bir gece düzenlenmişti. İşgalin üçüncü yıldönümü ve gecenin adı “İzmir Gecesi” idi. 16 Mayıs günü aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gitmek için Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrıldığı gündü. O günlerin basınına yansıdığı şekliyle İzmir Gecesi Müsameresi şu şekilde gerçekleşmişti:

Gece İzmir’in işgalinin yıldönümü dolayısıyla TBMM’nin yanındaki Millet Bahçesi’nin ortasında, ahşap tiyatro binasında Muallim Mektebi (Öğretmen Okulu) öğrencileri ve birtakım gençlerin katılımı ile bir müsamere verildi. Burada kabataslak yapılmış kanepelerle hasır sandalyeler vardı. Program zengindi. Küçük Hüseyin ve Paşa Kazım, Şark (Doğu) Cephesi’ne ait bir piyes oynadılar. Müzik parçaları, şiirler, tablolar gösterildi. Tiyatro salonu ağzına kadar dolmuştu. Gazi Mustafa Kemal Paşa da gelip, ön sırada gösterilen yeri kabul etmeyerek halkın ortasında bir yere oturdu. Öğretmen Enver Behnan Şapolyo Bey de suflörlük ediyordu.

Müsamere Vasıf (Çınar) Bey’in, Mustafa Kemal Paşa’nın lütfen katılmasına teşekkür etmesi ve Riyaset (TBMM Başkanlığı) Bandosu tarafından İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla başladı. İstiklal Marşı’nı herkes ayakta dinledi ve söyledi.

“İzmir Yurdu Marşı”nı Sultani (Lise) öğrencileri okudu. Tek perdelik mini mini çocukların sahnesi çok güzel ve doğal oldu. Dört küçük öğrenci İzmir sevgisini duyan dört küçük kalp idiler.

“Ben Bir Türküm”, “Anadolu’yu Gördüm” eserlerinden sonra sahneye gelen Neriman ve Gültekin isimli iki öğrenci bu gecenin en önemli kahramanları oldular.

Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde muhabir olarak çalışan İzzet Ulvi Bey’in altı yaşındaki oğlu Gültekin’e sıra geldi. Gültekin’i sahneye Enver Behnan (Şapolyo) getirdi. Gültekin babasının yazmış olduğu “Hınç” şiirini okumaya başladı.

“Düşman, düşman, vahşi düşman

Geçtiğin yer ateşle kan!

Katil Yunan, hain düşman

Türk geliyor, buna inan!

Elde bomba, ruhta iman!

Kovacağız seni yurttan!

 

Ey Garp (Batı), bu mu medeniyet?

Zulme bizden yüzbin lanet…

Şark’tan (Doğu’dan) sana bin nefret.

Ey Garp, bu mu insaniyet?

Lanet! Lanet! Lanet! Lanet!

 

Ben Gültekin feda canım,

İstiklale baş koyayım,

Yurt kurtulur, var imanım

Türk kurtulur, var imanım.

Gültekin o kadar güzel, o kadar canlı söyledi ki, bütün salonun ısrarıyla şiiri bir daha okudu.

Gazi Mustafa Kemal Paşa da Gültekin’in okuyuşundan çok duygulanmıştı. Gültekin’den sonra Vasıf (Çınar) Bey’in yeğeni Neriman da heyecanlı bir şiir okudu. Şiir bittiği zaman Mustafa Kemal Paşa Gültekin’i yanına çağırdı. Bu yavruyu sevdi. Sonra, kullanmakta olduğu altın saatini Gültekin’e, bu heyecanlı gecenin hatırası olmak üzere hediye etti. Gazi’nin yakınlarından birinin söylediğine göre bu saati Mısırlı bir Prenses, Mustafa Kemal’e hediye etmişti. Saatin üstünde çiçekler yeşil, açık sarı, kızıl altın renkleri dizilmiştir. Saatin iki tarafı kapaklıdır.

Burada şunu da belirtelim ki, Gültekin’in babası İzzet Ulvi Bey’in yazıp, oğlunun da Atatürk’ün huzurunda okuduğu ve büyük beğeni alan bu “Hınç” şiiri 1924 yılı yılbaşı vesilesi ile TBMM tarafından bastırılarak dağıtılan “Misak-ı Milli Takvimi (Haritası)”nde de yer almıştır. İzmir, Bursa ve Edirne’nin kurtuluşlarının tarihleri ile birlikte yer aldığı bu haritanın sol tarafına kalpaklı bir çocuk resmi konulmuş (muhtemelen Gültekin’in resmi) ve altına da Hınç şiiri yazılmıştır. Şiirin altında verilen bilgilerde ise “bu şiir 15 Mayıs 1922’de İzmir Müsameresi’nde İzzet Beyefendi’nin altı yaşındaki oğlu Gültekin tarafından okunmuştur. Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin huzurunda…” ifadeleri yer almaktadır.

 

Gültekin Yıllar Sonra O Günü Anlatıyor

Bu olaydan 19 yıl sonra, 1941 yılında Yenigün Dergisi’nde gazeteci Necmi Yücel artık 25 yaşında genç bir delikanlı olan Gültekin’le bir söyleşi yaptı. Gültekin o günleri şöyle anlattı:

“1922 yılı memleketimizin birçok yeri işgal edilmişti. Büyük milletimiz, düşmanları yurttan kovmak için canla başla çalışıyordu. Kadın erkek, çoluk çocuk her Türk bu işe kendini vermişti.

Ben bu kara günlerde altı yaşında bir çocuktum. Milli davamızın heyecanını temsil etmek için bir müsamere hazırlanıyordu. Babamın arkadaşları rahmetli Vasıf Çınar, Mustafa Necati Beyler, “Otello Kamil”, Paşa Kazım ve Ankara Öğretmen Okulu öğrencileri vardı. O gece İsmail Zühtü ve Ahmet Yekta gibi bestekârlarımızın da milli besteleri söylendi. Müsamerede bana da rol vermişler ve bir de şiir okumam kararlaştırılmıştı. Babamın yazdığı “Hınç” adlı şiiri bana öğrettiler.

Müsamere 16 Mayıs 1922’de verilecekti. Atatürk’te gelmiş ve kendisine ayrılan özel locasına gitmeyip halk arasında, herkesin oturduğu yerlerden birine oturmuştu. Müsamere başladı ve Milli Mücadele havalarına has bir heyecan içinde sürüyor. Sıra bana geldi, ilk defa sahneye çıkıyordum. Babam bana suflörlük edecekti. Kendisine haber gönderdim. ‘Sıramız geldi’ dedirttim. Fakat babam:

‘O kendi kendine yapar, suflöre gerek yok’ demiş. Bu arada perde açıldı. Ben az ışıklı bir boşluğa doğru yürümeye başladım.

Halk içten kopan sözleri duyunca, deniz gibi köpürüyor, kükrüyordu. Birkaç yerde alkış koptu. Ben de fazla heyecanlanarak şiirin arkasını unuttum. Selam verdim, çekildim. Fakat alkışın arkası kesilmedi, tekrar çıkmam gerekiyordu. Bu sefer babam geldi, suflör yerine girdi. Ben de şiiri bütün olarak okudum, bitirdim. Ancak o zaman herkes şiirin sonunun olduğunu anladı. Sahneden çıktım.

Biraz sonra yanıma, kim olduklarını pek hatırlayamadığım birkaç kişi geldi.

‘Seni Gazi istiyor, gel!’ dediler.

Yürüdük, keskin bakışlı, vakur ifadeli, aslan oturuşlu Gazi’nin yanına geldik. Bu Mustafa Kemal Paşa ile ilk karşılaşmamızdı. Hafif bir gülümseme ile saçlarımı okşadı. İsmimi ve şiiri kimin öğrettiğini sordu ve cebinden güzel bir saat çıkararak bana uzattı. Saati elime aldım, baktım ve kendilerine geri verdim.

‘Çok güzel saat, buyurunuz’ dedim.

‘Onu sana veriyorum, al’ dedi.

Ben de çocukluğumun bütün saflığıyla:

‘Alamam, annem darılır’ cevabını verdim.

Bunun üzerine Gazi:

‘Babasını çağırın’ dedi. Babam geldi, saati almam için ısrar ettiler, almadım. Sonunda babama:

‘Siz alın, ben sonra sizden alırım’ dedim. İş böylesine halledildi. Şimdi saati gözüm gibi saklıyorum.”

 

Atatürk’ün Gültekin’e Armağan Ettiği Saat

Gültekin’le yukarıdaki söyleşiyi yapan Gazeteci Necmi Yücel saati anlatıyor:

Çok zarif, üzeri pek ince sanatla işlenmiş altın saati parmaklarımın arasında incelerken yan gözle Gültekin’e dünyanın en değerli hazinesine sahip bir mutlu gözle bakıyorum. Anlattığına göre bu saat, Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda şarapnel etkisiyle parçalanan ünlü saatinin yerine, o zamanın Mısırlı Paşalarından birisi tarafından hediye edilmiş bir saattir.

Kapağın iç tarafında Gazi’nin kendi el yazılarını taşıyan bu paha biçilmez hediye gerçekten Gültekin’in deyimi ile canı gibi saklamaya değer bir hatıradır.

Bugün (1941) yükseköğrenimini bitirmek üzere bulunan Kurtuluş Savaşı günlerinin Küçük Gültekin’inden ayrılırken Atatürk’ün, arkadaşlarından birine O’nun (Gültekin) hakkında söylediği sözü hatırlıyorum: “O çocuğun sesi hala kulaklarımdadır.

 

Gültekin Gazi’nin Huzurunda “Hınç” ve “Sancak” Şiirlerini Okuyor (2 Kasım 1922)

2 Kasım 1922’de Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu yararına Şengül Hamamı yakınında bir konser verilmişti. Konserde, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ile gelen şehit yavrularından bazı çocuklar da katıldılar. Askeri bando bazı parçalar çaldı.

Konser, akşam saat 19.30’da çok alkışlanan “Ey Türklerin Son Fatihi Arslan Kemal Marşı” ile başladı.

“Hayırlı Sulh (Barış)” ve İzmir’de Kesin Zafer” marşlarının da bando tarafından çalındığı konser sırasında küçük öğrencilerden Gültekin, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine “Hınç” ve “Sancak” şiirlerini başarıyla okudu.

 

Gültekin Ata’nın Huzurunda “Kurtuluş” Şiirini Okuyor (23 Nisan 1925)

23 Nisan 1925’te Ankara’da yapılan 23 Nisan Bayramı törenlerinde Gültekin bu defa babası İzzet Ulvi Bey tarafından yazılan ve atılım günlerinin coşkusunu anlatan “Kurtuluş” isimli şiiri okumuştur.

Atatürk’ün de ilgiyle dinlediği şiir şu şekildedir:

“Beş yıldır coşan, taşan

Hep yaşayan, dağlar aşan,

Zalimleri yere vuran,

Türk’ün öz ırkıyım, öz oğluyum.

 

Milletimin hepsi Sultan,

Hâkim biziz, biziz hakan

Şahsa köle olmak neden

Hanede benim sultan, hakan da ben.”

           

Atatürk Adapazarı’nda Bir Müsamerede (16 Haziran 1922)

Adapazarı’na gelen Gazi Mustafa Kemal Paşa, çarşı ve pazarı gezdikten sonra 16 Haziran 1922 günü Cuma namazından sonra şerefine Adapazarı Çarkbaşı’nda Piyade Kıtaları Subayları tarafından bir Cuma Konseri verildi.

Adapazarı’nın kenarındaki bir mesire yerinde verilen müsamereye halk ve öğrenciler de katılmıştı. Gazi Paşa yanındakilerle birlikte bu müsamereye katıldı. Müsamerede “Kurtuluş Günlerine Doğru” isimli üç perdelik bir milli oyun sergilendi. Müzik parçaları çalındı, Zeybek ve Karadeniz oyunları oynandı.

 

Hendek Erkek Numune Okulu Öğrencileri de Müsamereye Geliyor

Gazi Paşa’nın Adapazarı’na geldiğini haber alan Hendek Erkek Numune Mektebi öğretmenleri ve öğrencileri büyük bir coşku ve sevinç içinde Adapazarı’na gelmiş ve müsamerede en önde hazır bulunmuşlardı.

Müsamerenin sonunda Paşa’nın gideceği yol üzerinde tek tip ve resmi kıyafetleriyle önde müzik grupları, omuzlarında “Ya İstiklal! Ya Ölüm! Hakkıdır, Hakka Tapan Milletimin İstiklal” yazan levhalar ve mızraklarıyla bir saygı safı şeklinde duran öğrenciler Gazi Paşa’nın dikkatini çekti. Gazi Paşa, bahçenin kapısına geldiğinde öğrencilerden 124 Numaralı İsmail VEFA, okulunu takdim etti. Paşa öğrencilerin yanına gelerek hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin ellerini ayrı ayrı samimiyetle sıktı. Ve onlara hitaben:

“Benim için uzak yoldan buraya kadar gelip, zahmet edişinize teşekkür ederim. Ne ile geldiniz? Selametle dönünüz.” Dedi. Öğretmen ve “pek dinç gördüğünü” söylediği öğrencilere iltifatta bulundu.

Öğrenciler kendi sınıflarının eseri olan “Sakarya Marşı”nı söyleyerek yürüdükleri sırada, Gazi Paşa, arabaya binmeyerek Çarkbaşı’ndan Şube’ye kadar öğrenciler arasında yürüyerek gelmeyi tercih etti. Öğrencileri bizzat ayırdığı bir yere yerleştirerek marşlar ve şiirler okumalarını istedi. Gazi Paşa öğrencilere,

“İşte karşınızda hazır silah,

Arş yiğitler vatan imdadına!”

Marşını okuttuktan sonra onları alkışladı. Paşa ve arkadaşları öğrencilere teşekkür ederek oradan ayrıldılar.

 

Ankara Palas’ta Bir Çocuk Balosu (23 Nisan 1929)

23 Nisan 1929’da ilk defa kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Haftası’nda Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından Ankara Palas’ta bir Çocuk Balosu düzenlenmişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, sat 15.00-19.00 arasında verilen Çay Ziyafeti ve Çocuk Balosu’na katıldı. Baloda Başbakan İsmet (İnönü) Paşa, Meclis Başkanı Kâzım (Özalp) Paşa, bütün bakanlar ve milletvekilleri eşleri ve çocukları ile birlikte hazır bulundular.

Saat tam 15.00’te perde açıldı. Küçük çocuklar hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söylediler. Az sonra Harika adında küçük, sevimli bir kız çocuğu Gazi’nin büstü karşısında şiirini söyledi ve alkışlarla karşılandı. Arkasından Çocuk Esirgeme Kurumu Marşı söylendi. Daha sonra Başbakan İsmet Paşa’nın oğlu Ömer (İnönü) bir şiir okudu.

Bir süre sonra Gazi Paşa, yanında Başyaver Rusuhi Bey olduğu halde Ankara Palas’a geldi. Kapıda Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı Dr. Fuat (Umay) ve merkez üyeleri tarafından karşılandılar. Küçük Harika, Gazi’ye hitaben yazılmış şiiri tekrar okudu. Çok güzel okunan bu şiir herkesin gözlerini yaşarttı. Uzun alkışlar salonda büyük yankılar yaptı.

Program çok zengindi. Oynanan Erzurum halk oyunlarından sonra Süha Bey, kemanla bir parça çaldı. Azade Hanım, “Hesap Dersi”ni söyledi. Ayşe Hanım tarafından İspanyol dansı yapıldı ve “Doğum Günü” şiiri söylendi. Ömer İsmet Bey (İnönü), “Anneciğim” ve “Bahane” şiirlerini okudu. Arkasından “Küçük Çiftçiler” temsil edildi. “Ah Şu Büyükler”, “Badem Hırsızı” monologları hayli neşe saçtı. “Harf Marşı” çok güzel söylendi. Reşit Bey, kanunla bazı parçalar çaldı. “Kırık Bebek”, “23 Nisan” şiirleri okundu. Kelebek, saat dansları, özellikle Azerbaycan ve Ege Zeybek oyunları çok güzeldi.

Küçük Sevinç’in asker elbisesi ile okuduğu “Asker Olacağım” şiiri çok beğenildi. Salon çok kalabalıktı. Müsamere misafirler üzerinde neşeli bir iz bırakmıştı. Gazi Paşa, çocuklara ayrı ayrı iltifatlarda bulundu. Özellikle “Asker Olacağım” şiirini okuyan küçük Sevinç ile ilgilendi. Müsamere saat 19.00’da çocuklara oyuncakların dağıtılmasından sonra sona erdi.

 

KAYNAKÇA

 

AKIN, V., Bir Devrin Cemiyet Adamı Doktor Fuat Umay (1885-1963), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2000.

GÜLER, Ali, Nutuk’tan Dersler Çocuklar İçin Nutuk, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017.

http://www.ankarasevgievleri-shcek.gov.tr/?page_id=498

https://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23b.html

İNAN, A. Naim, Çocuk Hukuku, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları No: 3, İstanbul, 1968.

MÜFTÜ, Gülgün, “Çocukların Hakları ve Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme: Bir Tarihçe”, http://www.cocukhaklariizleme. org/ bir-tarihce-cocuklarin-haklari-ve-birlesmis-milletler-cocuk-haklarina-dair-sozlesme

ÖZTÜRK, M., “TBMM’nin 1924 Yılbaşı Hatırası (Misak-ı Milli Haritası)”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl: 25, Sayı: 48 (Şubat 2000).

SÖNMEZ C., Atatürk’te Çocuk Sevgisi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2014.

ŞAPOLYO, E. B., Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Ankara, 1958.

Vakit Gazetesi, 20 Haziran 1922.

Vakit Gazetesi, 25 Nisan 1925.

YÜCEL, N., “Milli Mücadele Günlerinin Küçük Gültekin’i”, Yedigün Dergisi, No: 454, 17 Kasım 1941.