KAÇEP Nedir ?

KAÇEP, Kadın "Aile Çocuk Engelli Politikaları" nın kısaltmasıdır.

KAÇEP olarak amacımız dayanışmayı, paylaşmayı ve kardeşliği esas alan ahenk içinde huzurlu bir toplumsal düzenin tesis edilmesidir.

İLETİŞİM
  • Adres: Ceyhun Atuf Kansu Caddesi
    No:128
    Balgat/ANKARA
  • Telefon: +90-312-472 55 55
  • Faks: +90-312-473 15 44

VATAN ANALARIMIZ MİLLİ MÜCADELE’DE MÜCAHİT TÜRK KADINLARI

Dr. Ali GÜLER

 Türk milleti diğer milletlerden farklı olarak “vatan”ı “ana” kavramı ile ifade eder ve “anavatan” der. Vatanı korumak, analarımızın iffeti ve namusunu korumakla eşdeğerdir. Hâlbuki birçok Avrupalı millet vatanı “baba” ile ifade eder. Türk devlet anlayışında “devlet” “baba”dır, çocuklar da “halkı” temsil eder. Türk milletinin aileden devlete giden bu anlayışı sembolik değildir. Binlerce yıl içinde oluşmuş tarihi ve sosyolojik bir gerçektir. Vatan için cephede ve cephe gerisinde savaşan kadınlarımız vardır. İşte bu yazıda bunlardan bazılarını sizlere tanıtacağız.

 

Nene Hatun (Kırkgöz)

Erzurumlu Nene Hatun, İstiklâl Harbi’nden önceki kadın mücahitlerimizdendir. Tarihe isimlerini altın harflerle yazdıran sayısız mücahit kadınlarımız arasında adeta sembol olmuş bir isimdir. Bu nedenle onun hayat hikâyesini bu bölümde vermek istiyoruz:

Nene Hatun, Erzurum’un Çeperli (Çepelli) Köyü’ndendir. Hüseyin Efendi ile Zeliha Hanım’dan 1853-1854 (1270)’de doğmuştur. “Nene” onun asıl adı, soyası “Kırkgöz”dür. Üç oğlundan en büyüğü Nazım ile onun küçüğü Birinci Dünya Savaşı’nda şehit düşmüşlerdir. En küçük oğlu Yusuf Durak, eşi ve iki çocuğu 1952’de hayatta bulunuyorlardı.

Ruslar, 4 Kasım 1877’de Erzurum’un doğusundaki Deve Boynu mevkiinde Muhtar Paşa kuvvetlerine taarruz etmiş, kırktan çok topun sürekli ateşiyle Osmanlı ordusunu önce merkezde, sonra kanatlarda bozguna uğratarak, düzensiz halde Erzurum üzerine atmışlardı. Ancak Rus ordusu bu başarısından, süratli bir takip hareketine girişmeyerek faydalanamamıştır.

Erzurum’a çekilen Osmanlı kuvvetleri, katılan takviye kuvvetlerle yeniden düzenlendiler ve şehri savunmaya hazırlandılar. 9 Kasım 1877 gecesi Ruslar Aziziye Tabyası’nı hücum ederek ele geçirdiler.

Bu sırada 22-23 yaşlarında olan Nene Hatun, Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Çeperli Köyü Ruslar tarafından işgal edilince, kocası ve küçük oğlu Nazım’la Erzurum’a göç etmişlerdi. Oraya geleli henüz on beş gün kadar olmuştu. 8/9 Kasım 1877 gecesi Müezzin Abdullah Efendi, Ayas Paşa Camii’nin minaresine gecelikle çıkıp, Aziziye Tabyası’nı Rusların ele geçirdiğini anlatmış, “eli silah tutan koşsun” diye halka seslenmiştir. Kocası ona, “sen evde kal, çocuğa bak” demişse de, o, çocuğunu Allah’a emanet ederek kalabalığa karışmıştır. Kendisinin anlattığına göre, Mecidiyye Tabyaları’nı aşıp, alçağa indiklerinde, kulaklarını sağır eden tüfek ateşleri altında, yaralanana, ölene bakmadan ileri atılmışlar, bazen satırla, bazen taşla, önlerine çıkan her Rus’u vurarak tabyalara doğru ilerlemişler ve bir taraftan kendilerinin, bir taraftan askerlerimizin gayretiyle Aziziye Tabyası’nı ele geçirmişlerdir. Bu sırada yaralı bulunan kardeşi Hasan’ın gözü önünde şehitlik mertebesine eriştiğini de görmüştür.

Aziziye Tabyası’nın Rus kuvvetlerinden geri alınması için yapılan çarpışmalardaki kahramanlığı dolayısıyla 3. Ordu Komutanlığı tarafından, Nene Hatun’a Erzurum'un Kars Kapısı’ndaki Eminkurpu Mahallesi’nde bir ev tahsis edilmiştir. Nene Hatun, ordumuzun kıymet bilirlik inceliğini yansıtan bu küçük, bu sevimli evde uzun yıllar yaşamıştır.

1952 yılında Türkiye’ye ilk ziyaretini yapan dönemin NATO Başkomutanı General Ridgway Erzurum’da Nene Hatun’u evinde ziyaret etmiştir.

Yakalandığı zatürre hastalığı yüzünden, 22 Mayıs 1955’te Erzurum Numune Hastanesi’nde, saat on üçte hayata gözlerini yummuştur. Bu sırada yüz yaşına yaklaşmış bulunuyordu.

Cenazesi, Erzurumlular ve Ordu birlikleri tarafından 23 Mayıs’ta kaldırılmıştır. Cenazesi top arabasıyla Lala Paşa Camii’ne getirilmiş, burada cenaze namazı kılındıktan sonra Kars Kapısı’ndaki evine kadar yaya olarak takip edilmiş, burada arabalara binilerek, Aziziye Tabyası’nda aziz na’şı top arabasından alınarak şehitliğe götürülmüştür. Bu törende, yetmiş üç yaşındaki oğlu Yusuf Durak ile torunu da bulunmuştur.

Kara Fatma (Fatma Seher)

Kadınlarımızın mücadele tarihine bakıldığında “Kara Fatma” adının esasında mücahit kadınlarımız için kullanılan bir nevi “unvan” niteliği taşıdığı anlaşılmaktadır. Elbette gerçek ismi “Fatma”, lakabı da “Kara” olan tarihsel kişilik olarak yaşamış kahraman kadınlarımız vardır. Fakat “Kara Fatma” adının Kırım Harbi’nde Ruslar tarafından kuşatılan Silistre Kalesi’nin geri alınmasında, emrindeki Türkmen kadınlarıyla yararlılıklar gösteren Gazi Kara Fatma’dan itibaren mücahit kadınlarımız için kullanılan “sembol” bir isim olduğu anlaşılmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa, İstiklâl Harbi’nde görevlendirilmesi için emir verilmesini isteyen Erzurumlu Fatma Seher Hanım’a “Kara Fatma” adını vermiş ve bundan sonra asıl adı unutulmuş, Kara Fatma olarak anılmıştır. Fatma Seher Hanım’ın, “Anadolu’daki Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim!..” demesi de Kara Fatma adının bir unvan olduğunu göstermektedir.

Fatma Seher Hanım, Yusuf Abdal Ağa ile Ayşe Hanım’ın kızıdır. 1888 yılında Erzurum’da doğmuştur. Subay Derviş Bey (Erden) ile evlendi. Balkan Savaşı’na eşi ile birlikte katıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda ailesinden 9-10 kadınla Kafkas Cephesi’ne gitti. Mondros Mütarekesi’nden sonra Eşi Ermeniler tarafından şehit edilmiş kadınları toplayarak Ermeni çeteleri ile savaştı.

Mustafa Kemal Paşa’dan görev istedi. Kurduğu müfrezesi ile Bursa ve İzmit’in işgalden kurtarılması için çalıştı. Oğlu, kızı ve kardeşleri de müfrezesinde idi. Müfreze mevcudu 350’ye kadar çıkmıştı. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri’ne müfrezesiyle katıldı.

Sovyet Hükümeti’nin Trabzon Konsolosu Tarabon, Fatma Seher Hanım’a dostluk hatırası olarak 10 Temmuz 1922 tarihinde sertifikası ile birlikte altın bir kol saati hediye etmiştir.

Üsteğmen rütbesine kadar yükseldi. Üsteğmenlik emekli maaşını Kızılay’a bağışladı. 1954 yılı başlarında bakacak kimsesi yoktu ve yaşı epeyce ilerlediği için çalışamaz hale gelmişti. İstanbul’da bir küçük kulübede, yardıma muhtaç bir halde yaşamakta idi. İki milletvekilinin önergesi üzerine 6270 sayılı kanun ile TBMM tarafından 17 Şubat 1954’te Kara Fatma’ya 170 lira aylık bağlandı.

İstiklâl Harbi’nin başlangıcından, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesine kadar Doğu ve Batı Cephelerindeki savaşların çoğuna katılmış olan Kara Fatma dört defa yaralanmış, Yunanlıların elinde on dokuz gün esir kalmanın bütün acılarını çekmiştir.

Harp Nişanı ve İstiklâl Madalyası sahi olan Fatma Seher Erden Hanım, 1955 yılında Erzurum’da vefat etti.

 

Ayşe (Altuntaç) Hanım

Aslen Selanik doğumlu olan ve eşini Balkan Harbi’nde kaybeden Ayşe Hanım, 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgal etmesiyle birlikte Milli Mücadele saflarında yerini almıştır. İzmir’in Yunanlıların eline geçmesi üzerine Aydın’a geçmiş, Kuva-yı Milliye’nin ilk teşkilatına iki oğlu ile birlikte katılmıştır. Yunanlılar tarafından 27 Mayıs 1919’da işgal edilen Aydın civarındaki savaşlarda kahramanca çarpışmış, oğullarından büyüğü bu mücadeleler sırasında (Demirci’deki savaşta) şehit düşmüştür.

Ayşe Hanım, 21 Şubat-12 Mart 1921’deki Birinci İnönü ve 31 Mart-1 Nisan 1921’deki İkinci İnönü Muharebelerinde de savaşmış; oğullarından küçük olanı da bu muharebelerde şehit olmuştur.

23 Ağustos-13 Eylül 1922 tarihleri arasında Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılan Ayşe Hanım, burada kasığından yaralanmış, tedavisini takiben müfrezesine geri dönmüştür. Kendisiyle Şubat 1922’de yapılan bir söyleşiden o tarihte Ankara’da olduğu anlaşılan Ayşe Hanım, 26-30 Ağustos 1922’deki Afyonkarahisar’ın da Yunanlılardan geri alındığı Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katılmış ve 9 Eylül 1922’de İzmir’e girip, Yunan’ı denize döken birliklerimiz arasında bulunmuştur.

Ayşe Hanım, 1942 yılında Ankara’da vefat etmiştir.

1925 yılı Haziran sonunda gezmek için ilk defa İstanbul’a giden Ayşe Hanım’ın bir gazeteye verdiği mülakattan bazı bölümler şöyledir:

“(…) Bugün süvari üniforması taşıyan Ayşe Hanım, Yunanlılarla birçok yerlerde muharebe etmiş, muzaffer olmuş bir Türk anasıdır. Ayşe Hanım, İstanbul’a ilk defa olarak ziyaret amacıyla geldiğini söylemektedir. Kendisi dün matbaamızı ziyaret etmiş ve şu sözleri söylemiştir. ‘Allah’a şükürler olsun, bugün Büyük Gazimizi sayesinde emelimize nail olduk. Türk ve Türklük kurtuldu. Vaktiyle düşman çizmelerinin altında inleyen sevgili topraklarımızda şimdi serbest ve göğsümüzü gere gere yürüyorum…” Ayşe Hanım İstanbul’da beş altı gün kalmış ve sonra Ankara’ya dönmüştür.

  Araştırmacı Cahit Çaka, Binbaşı Ayşe’nin “Altuntaç” soyadını aldığını öğrenince, adresini bularak onunla görüşmüştür: O görüşmeden, “Erkek elbisesi giymekte, kısa boylu, esmer, sevimli bir kadın olan Ayşe Hanım’ın aslen Selanikli olduğunu, 1942’de Ankara’da Merkez Bankası’nda odacı olarak çalışmaya başladığını, altı yıldan beri aynı görevde bulunduğunu” öğreniyoruz.

 

Tayyar (Uçan) Rahmiye

Birinci Dünya Savaşı sonunda Çukurova Fransızlar tarafından işgal edildi. Kozan bölgesinde Fransızların en büyük destekçisi bölgede yaşayan Ermeniler oldu. Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile görüşen Kozanlılar bölgedeki durumu anlatırlar ve paşadan bölgedeki çeteleri yönetecek komutan isterler. Mustafa Kemal Paşa, Binbaşı Kemal Bey’e “Kozanoğlu Doğan” adını vererek kendisine Kilikya Kuva-yı Milliye Umum Kumandanı görevini verir. Yanında bulunan Yüzbaşı Osman Nuri Bey’e de “Aydınoğlu Tufan” adını verir ve kendisi Doğu Kilikya Kuva-yı Milliye Komutanı olarak görevlendirilir. Çukurova’daki milli kuvvetlerden Yüzbaşı Osman Bey’in emrindeki bölge Misis’ten Osmaniye’ye kadar uzanıyordu.

Batı Kilikya Kuva-yı Milliye Komutanlığı da Sinan Tekelioğlu’na verildi. Mustafa Kemal Paşa bölgeye gidecek komutanlara “Aydınoğlu, Kozanoğlu, Tekelioğlu” gibi bölgede yaşayan aile veya aşiret adlarını bilerek vermiştir.

Adana havalisinde, Yüzbaşı Osman Nuri Bey’in (Aydınoğlu Tufan, 1935’te general oldu) komuta ettiği bölgenin kadın kahramanlarından birisi olan Rahmiye Hanım, Osmaniye’nin Kaypak Nahiyesi Raziyeler Köyü’ndendir. Bölgedeki Hüseyin Ağa’nın milli kuvvetlerine gönüllü olarak katılmıştır. Dokuzuncu Tümen’in, 1920 Şubat’ında Hasanbeyli civarındaki Fransız kuvvetleriyle yaptığı savaşa müfrezesi ile birlikte Rahmiye Hanım da katılmıştır. Bu çarpışmada Fransızlardan seksen tüfek, iki makineli tüfek ele geçirilmiştir. Muharebe sırasında şehit düşen ve ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için gösterilen tereddüde aldırmaksızın, korkusuzca ileriye atılmasından dolayı kendisine “Tayyar” (Uçan) Rahmiye denilmiştir.

Temmuz 1920’de Osmaniye’deki müstahkem Fransız karargahına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüt ettiğini gören Rahmiye Hanım, “ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?..” diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiş, Fransız karargâhı önünde alnından vurularak şehit düşmüştür.

 

Münevver Saime (Asker Saime) Hanım

İstanbul Hanımlarından olup, Anadolu’ya geçen ve Mili Mücadele’ye fiilen katılarak savaşan mücahit kadınlarımızdan birisi de “Asker Saime” olarak bilinen Münevver Saime Hanım’dır.

Münevver Saime Hanım, Kemal Arıburun’un tespitlerine göre, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali nedeniyle Kadıköy Belediye Dairesi önünde gerçekleştirilen mitingde konuşmuş, bu miting sonrası İtilaf Devletleri’nin baskısıyla tutuklanmıştır. Münevver Hanım bu olaydan sonra Anadolu’ya geçmiş ve Milli Mücadele’ye katılmıştır.

İstiklâl Madalyası aldığı için de “Asker Saime” olarak anılmaya başlayan Münevver Saime Hanım daha sonra edebiyat öğretmenliği yapmıştır. 1951 yılında vefat etmiştir.

İstanbul Kız Lisesi öğrencilerinden Fevziye Abdullah Tansel, okulun edebiyat öğretmeni olan Saime Hanım hakkında şunları anlatmaktadır:

İstanbul Kız Lisesi’nin orta ve lise sınıflarında öğrenciliğim sırasında, 1927-1932’de, (Münevver Saime Hanım) yanılmıyorsam Türkçe dersi okutuyordu. Benim hocam değildi. Adının Münevver olduğunu bilmiyorduk. Asker Saime denildiği için ilgilenirdik. Epeyi iri yarı, kumral, allıksız pudrasız, daima kısa topuklu iskarpin ve kostüm giyen, belki askerlikten kalma bir alışkanlık olarak ceketinin beline geniş bir kemer takan, saygıdeğer ve sevimli bir hanımefendi idi.